Acaba burada haram kökünden gelen Muharrem ayını ve bu ayın onuncu günü Ehli Beytin kanını dökenleri kınalayarak, sürmeleyerek mübarek kılmak için mi tavsiye ediyorlar.
Sözü fazla uzatmadan herkesin vicdanında bir değerlendirme yapması için Aşura günü söylenen iki sözü ve bu sözlerin sahiplerini nakledeceğim.
Kerbela'da ölümden başka çaresinin kalmadığını gören İmam Hüseyin etrafını saran bu insanlara bir hatırlatma yapıyor. "Kıldığınız namazlarda selavat getirdiğiniz ailedenim, Fatime'nin oğluyum" diyor. Bu sözler o zalimlere hiçbir şey hatırlatmıyor. İmam Hüseyin Kerbelayı en güzel anlatan sözünü söyler. "Zillet içinde yaşamaktansa şerefli ölümü tercih ederim." İmamın yanında bulunan Ehli Beyte mensup olan insanlar da kılıçtan geçiriliyor ve İmam Hüseyin'in bedeninden ayrılan başını alıp Yezit denen lanet yaratığın sarayına götürüyorlar. İmam'ın kesik başını karşısına alıp "Keşke atalarımız sağ olsaydı da bu durumu görseydiler" diyerek 60 yıllık kinini kusuyor.
Bu sözler Aşure gününün taraflarının kim olduğunu ve neyin peşinde olduğunu çok güzel anlatıyor. Bizlere de kınalar yakıp bayram sevinci mi yaşayalım yoksa Kur'an-ı Kerimde sevilmesi emredilen, Veda Hutbesinde Müslümanlara emanet olarak bırakılanların tarafında olup onların acılarını mı paylaşalım. Biz ikincisini yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.
Yukarıda yazdığım gibi Kerbela bir sonuçtu, bir başlangıç değildi. Şimdi biz Kerbela'ya giden yolun nerede başladığına, nasıl geliştiğine, hangi süreçlerden geçtiğine bakıp bir karar verelim.
Kerbela'ya giden yolun başladığı nokta Müslümanlığın yayılmaya başladığı güne kadar gider. Çünkü o günkü Mekke'ye hâkim olanların en önde gelenleri Süfyanilerdi. İslam'ın karşısında yer alan bütün kabileler Süfyaniler ile iş birliği yaparak İslam’ı doğduğu yerde bitirmek ve yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Peygamberimize ve ona inananlara yapılan eziyetler sonucunda Habeşistan’a göç ve daha sonra Hicret'in yaşanmasına sebep olmuşlardı. Hicretten sonra devam eden süreçte Haşimi kabilesinden olan Resulullah ve ona inanlara karşı sekiz yıl içinde altı savaş yapıldı ve bu savaşlarda Ebu Süfyan başta olmak üzere oğulları Muaviye ve Yezit hep karşı cephede yani müşrik denilen guruplar içinde yer alıp, Allah’ın Resulü’ne karşı savaşmışlar veya Müslümanlık adına savaşanların kaybetmesini ve bu yeni din belasından (!) kurtulmayı beklemişlerdir. Mekke'nin fethi diye bilinen yedinci savaş müşriklerin 21 yıl sonra İslam'ı savaşarak bitirme yönteminin mağlubiyet ile sonuçlanmasının adıydı. Bu yenilgiyi önceden hisseden Ebu Süfyan, İslam Ordusunun Mekke'ye girişini engellemek için çok uğraştı fakat muvaffak olamadı.